Nuray YILDIRIM
Bahçeden Notlar
Mart ayı dert ayı derlermiş...
Bahar geldi diye heveslenirken, birdenbire bastıran soğuk ve yağışlı hava, insanı oldum olası zorlamaktadır.
Köyün ve yaylaların üzerini sis kapladı. Yol boyu yürürken durup etrafı seyre daldım. Muhteşem manzara karşısında nutkum tutuldu. Sis alabildiğine bir yönden başka yöne doğru hareketle; yavaş, yavaş ilerliyor, hangi yöne gitsem oraya geliyor gibiydi.
Bahar geldi diye heveslenirken, birdenbire bastıran soğuk ve yağışlı hava, insanı oldum olası zorlamaktadır.
Köyün ve yaylaların üzerini sis kapladı. Yol boyu yürürken durup etrafı seyre daldım. Muhteşem manzara karşısında nutkum tutuldu. Sis alabildiğine bir yönden başka yöne doğru hareketle; yavaş, yavaş ilerliyor, hangi yöne gitsem oraya geliyor gibiydi.
Kelimelere dökemeyeceğim güzellikte görünen bu manzara, mutlaka görsel olarak kayıtlarıma alınmalıydı. Öyle de yaptım. Fotoğraflayarak, kaydettim.
Tepe sırtlarından aşağı salınıp, Yama Dağlarına doğru süzülerek gitmekte olan sis tabakasının görüntüsü, beni yıllar öncesine götürdü.
Yağmur çiseleyerek yağıyor. Mart ayının kokusuna karışmış olan toprak kokusunu burnuma her çekişimde, beni yeniden yenileyerek diriltiyor.
Çevrem kaysı bahçeleriyle kaplı... Bahçelerde bulunan ağaçların gövdeleri, yağmur suyuyla yıkanıyor. Uç veren domurlar ise mutlu, mutlu, sevinç içinde etrafına meydan okuyarak, gelişimini sürdürüyor.
Puslu, sisli yağmurlu dağ köyleri, hep böyle süslenir. Gelin başları gibi süzülürler. Karadeniz yaylarını aratmayan güzellikte olan ata topraklarına hayranlığım eksilmiyor, çoğalıyor.
Toprakların beğendiğim tarafları arttıkça, toprağa bağlılığım da artıyor. Çalışma azmim büyüdükçe üretime katkım günden güne büyüyor. Hal böyle olunca da, zevkle çalışıyorum. Hal böyle olunca çalışmanın keyfi de artıyor.
Sisler İçinde Çalışmak
Mart ayının soğuk havasına aldırmayan çiftçiler, ağaçlarının sağlığı, meyvelerinin daha verimli olması için gübreleme işlerini aralıksız sürdürmekteler. Bu kervana bende katıldım.
Tepe sırtlarından aşağı salınıp, Yama Dağlarına doğru süzülerek gitmekte olan sis tabakasının görüntüsü, beni yıllar öncesine götürdü.
Yağmur çiseleyerek yağıyor. Mart ayının kokusuna karışmış olan toprak kokusunu burnuma her çekişimde, beni yeniden yenileyerek diriltiyor.
Çevrem kaysı bahçeleriyle kaplı... Bahçelerde bulunan ağaçların gövdeleri, yağmur suyuyla yıkanıyor. Uç veren domurlar ise mutlu, mutlu, sevinç içinde etrafına meydan okuyarak, gelişimini sürdürüyor.
Puslu, sisli yağmurlu dağ köyleri, hep böyle süslenir. Gelin başları gibi süzülürler. Karadeniz yaylarını aratmayan güzellikte olan ata topraklarına hayranlığım eksilmiyor, çoğalıyor.
Toprakların beğendiğim tarafları arttıkça, toprağa bağlılığım da artıyor. Çalışma azmim büyüdükçe üretime katkım günden güne büyüyor. Hal böyle olunca da, zevkle çalışıyorum. Hal böyle olunca çalışmanın keyfi de artıyor.
Sisler İçinde Çalışmak
Mart ayının soğuk havasına aldırmayan çiftçiler, ağaçlarının sağlığı, meyvelerinin daha verimli olması için gübreleme işlerini aralıksız sürdürmekteler. Bu kervana bende katıldım.
Kimyasal gübrelemeye karşı olduğumdan, organik gübre alarak, sisli havaya eşlik eden, yağmurun altında gübreyi ağaçların göleklerine serptim. Bunu yapmamın sebebi, çetin hava koşullarında yağmurun bol suyuyla gübrenin daha iyi erimesi, köklerin derinine ve damarlarına ulaşarak besleyecek olmasını sağlamaktır.
Canlıların korunması ve yaşamasına katkıda bulunabilmek benim mutluluğum olmuştur.
Daha sağlıklı yasayabilmeleri için canlıların dertlerine deva olmak gerektiğini düşünüyorum.
Köyümüzde bulunan bunca bağ, bahçenin, sağlıklı işleyen topraklar seviyesine çıkmasını canı gönülden istemekteyim.
Hekimhan'dan aldığım organik gübreyi, köyün arabasıyla, mezra köy olan Seydimemet'e getirdim. Orada akrabamızın kapısında iki gün bekleyen gübreyi, bu sabah, akrabamıźla beraber, yük hayvanı olan eşeğe yükleyerek bahçeye götürdük.
Arabam olmadığından bu karışık yolu izlemekten başka çarem yoktu. Aslında böyle olması bir nevi daha iyiydi. Burada köy yaşamının içindeysem, her şeyiyle doğal olanı yaşamak daha iyiydi.
Tabi ki araba, pratiklik getiriyor. Hızlı iş bitiriyor. İnsan daha az yoruluyor. Tüm bunlara rağmen, köyde yaşamı tercih ediyor olmamızın doğallığından uzaklaşıyoruz. Mekanik olan hiç bir şeye halen tahammülüm yok. Benzin ve egzoz kokusunu koklamak, gürültü, patırtılı sesler duymak, bizi şehir yaşamından koparmamış olurdu. Oysa bir yükü, kendi olanaklarımızla taşıyabilmek, hayatı ağırdan almak değil miydi? Doğal yaşamak, insan gücüne dayanıyor olmalı ki, doğal olabilsin. Evet, konfordan uzak olmak yorucu ve ezici yönleriyle biz insanları zorluyor. Belki fiziksel yıpratıcılığı var. Fakat ruhsal, zihinsel rahatlığımızı sağlanıyor olması daha önemli. Bizde öyle yaptık. Yük hayvanı olan eşeğe gübreyi yükledik. Eşek, gübremi kapının önüne kadar getirdi. Yere indirdiğimiz çuvalın ağzını açtık. Hiç durmamalıydık. Akrabamın bana yardım ederek, dayanışma göstermesi beni memnun etti.
Yağmur hızını artırmadan iki elden, birlik içinde ağaçların vitaminini vermiştik. Şimdilik ağaç damarları mutlu olacaklardı. Hekimhan'dan, iki adet badem ağacı fidesi almıştım. Yerini tespit ettikten sonra, kürek ve kazma kullanarak çukurunu açtık. Hayvan gübresi ile toprağı karıştırarak, fidemizi (çitilimizi) diktik.
Ne demişti Nazım Hikmet?
“Yaşamak, Yetmişinde bile zeytin ağacı dikebilmektir. Öyle çoluk çocuğa kalır, diye değil. Yaşamanın güzelliği için ağaç dikebilmektir.”
Fide dikimi tamamlanınca, fidenin tip toprağına bir kova can suyu verdim. Birden bire, iç dünyamda bu işi de, bitirmiş olmanın rahatlığını yaşadım.
Babamdan sonra bahçede benim de ilk ağacımı fidelemiş oldum.
Daha sağlıklı yasayabilmeleri için canlıların dertlerine deva olmak gerektiğini düşünüyorum.
Köyümüzde bulunan bunca bağ, bahçenin, sağlıklı işleyen topraklar seviyesine çıkmasını canı gönülden istemekteyim.
Hekimhan'dan aldığım organik gübreyi, köyün arabasıyla, mezra köy olan Seydimemet'e getirdim. Orada akrabamızın kapısında iki gün bekleyen gübreyi, bu sabah, akrabamıźla beraber, yük hayvanı olan eşeğe yükleyerek bahçeye götürdük.
Arabam olmadığından bu karışık yolu izlemekten başka çarem yoktu. Aslında böyle olması bir nevi daha iyiydi. Burada köy yaşamının içindeysem, her şeyiyle doğal olanı yaşamak daha iyiydi.
Tabi ki araba, pratiklik getiriyor. Hızlı iş bitiriyor. İnsan daha az yoruluyor. Tüm bunlara rağmen, köyde yaşamı tercih ediyor olmamızın doğallığından uzaklaşıyoruz. Mekanik olan hiç bir şeye halen tahammülüm yok. Benzin ve egzoz kokusunu koklamak, gürültü, patırtılı sesler duymak, bizi şehir yaşamından koparmamış olurdu. Oysa bir yükü, kendi olanaklarımızla taşıyabilmek, hayatı ağırdan almak değil miydi? Doğal yaşamak, insan gücüne dayanıyor olmalı ki, doğal olabilsin. Evet, konfordan uzak olmak yorucu ve ezici yönleriyle biz insanları zorluyor. Belki fiziksel yıpratıcılığı var. Fakat ruhsal, zihinsel rahatlığımızı sağlanıyor olması daha önemli. Bizde öyle yaptık. Yük hayvanı olan eşeğe gübreyi yükledik. Eşek, gübremi kapının önüne kadar getirdi. Yere indirdiğimiz çuvalın ağzını açtık. Hiç durmamalıydık. Akrabamın bana yardım ederek, dayanışma göstermesi beni memnun etti.
Yağmur hızını artırmadan iki elden, birlik içinde ağaçların vitaminini vermiştik. Şimdilik ağaç damarları mutlu olacaklardı. Hekimhan'dan, iki adet badem ağacı fidesi almıştım. Yerini tespit ettikten sonra, kürek ve kazma kullanarak çukurunu açtık. Hayvan gübresi ile toprağı karıştırarak, fidemizi (çitilimizi) diktik.
Ne demişti Nazım Hikmet?
“Yaşamak, Yetmişinde bile zeytin ağacı dikebilmektir. Öyle çoluk çocuğa kalır, diye değil. Yaşamanın güzelliği için ağaç dikebilmektir.”
Fide dikimi tamamlanınca, fidenin tip toprağına bir kova can suyu verdim. Birden bire, iç dünyamda bu işi de, bitirmiş olmanın rahatlığını yaşadım.
Babamdan sonra bahçede benim de ilk ağacımı fidelemiş oldum.
İçim huzurla kaplanmıştı. Çizmelerimde katmanlardan oluşan çamurları övünçle taşımaktaydım. Dedemden ve babamdan kalan üretim mirasını omuzlarıma almış taşıyordum.
Kurt dede bahçesinde, dedemle az düven sürmemiştik. Daha üç yaşındaydım. Dedem, atının ardına düven tahtasını koyarak harman yapardı. Tahtanın üzerinde bir tabure olurdu. O tabureye ben otururdum. Dedem ayakta durarak, atına hız verirdi. Ve böylece ekinler, saplardan ayrılarak buğday olurlardı. Nesilden nesle aktarılan çiftçilik çalışmasının sorumluluğundan kaçmadan, dedemin ve babamın isteği olan çalışmayı, yaz kış demeden sürdürüyor olmak gurur verici.
İşlerimizi bitirince bahçeden ayrıldık. Akrabamın kapısına geldiğimizde beni göndermek istemediler. Burada adettir; yemek hazırlanıp, çay içirmeden göndermezler.
İçeri girdik. Yağmur hızlanarak yağıyordu. Bir mezra dağ köyünün, yanan sobasının başında, kurulan sofraya oturdum.
Soba etrafında toplanmış, yaptığımız işlerin sıcak sohbetiyle çayımızı yudumladık. Gülüşmeler başladı. Ülkenin bazı yerlerinde yaşanan her olumsuzluğa rağmen, bizler bu sade yaşamın içinde, içten gelen kahkahalarla gülebiliyorduk.
Gülmelere sebep olan toprak, tohum, malcılık ve üretimdi.
Ne kadar güzeldi çalışmak ve ardından gülebilmek!
İşlerimizi bitirince bahçeden ayrıldık. Akrabamın kapısına geldiğimizde beni göndermek istemediler. Burada adettir; yemek hazırlanıp, çay içirmeden göndermezler.
İçeri girdik. Yağmur hızlanarak yağıyordu. Bir mezra dağ köyünün, yanan sobasının başında, kurulan sofraya oturdum.
Soba etrafında toplanmış, yaptığımız işlerin sıcak sohbetiyle çayımızı yudumladık. Gülüşmeler başladı. Ülkenin bazı yerlerinde yaşanan her olumsuzluğa rağmen, bizler bu sade yaşamın içinde, içten gelen kahkahalarla gülebiliyorduk.
Gülmelere sebep olan toprak, tohum, malcılık ve üretimdi.
Ne kadar güzeldi çalışmak ve ardından gülebilmek!
Çok güzel yüreğine sağlık
YanıtlaSilTebrik ederim çok güzel olmuş
YanıtlaSil