Nuray YILDIRIM
Covit-19 bulaşıcı hastalığının, yurdumuzu ve dünyamızı sardığı, solunum yollarının enfeksiyon etkisiyle tıkanıp, nefes alamamaktan dolayı ölümlerin arttığı gün ve aylardan geçiyoruz.
Hastanelerde yer kalmadı.
Yoğun bakımlar ölüm yataklarına dönüşmüş durumda...
Her hangi bir hastalığı olan insanlar, hastanede yatak bulunamadığından yine ölüme terk edilmekteler.
Sadece corona virüsü hastasının değil, yaşayacak hastanın da sonu ölümle noktalanıyor.
Hiç kimse yaşantısını sokakta bulmadı.
Dünyaya gözlerini açmadan önce bir annenin karnında başlayan hayat, bin bir zorluklarla belli yaşlara kadar uzayarak kendini buldu.
O nedenledir ki, ölümle bitecek kadar ucuz olmayan hayatlarımıza sahip çıkmalıyız.
İnsan kalabalığından oluşan yerlerde, kapalı alanlarda bulunan virüslerin yayılma hızının büyüdüğü ortamlardan uzak durmalıyız. Corona virüsü hastalığına yakalanma riskinin her dakika katlanarak büyüdüğünü açıklayan sevgili doktorlarımız, tüm haber kanallarından bizlere bunun getireceği sonuçları duyuruyorlar.
İnsan yaşatmanın yeminiyle donanmış savaşçı doktorlarımız, ruhlarının ‘acı içinde’ örselenmesiyle beraber, “Hasta seçmek zorunda kalıyoruz” diyorlar.
Duyarlılığı yüksek olan insanlar!
Bu serzenişlere kulak vererek; üzerlerine düşen ne varsa yapmaktan geri durmuyor.
Yaşamayı, hayatta kalmayı, sadece ‘mideyi doyurmaktan’ ibaret sayan insancıklar ise; tüm duyarsızlıkları sayesinde gözlerini kulaklarını olana bitene kapatmış, ‘patates çuvalı’ kucaklıyorlar.
Konfor hastalarına ne demeli?
Dünyayı saran bu olumsuzluklara rağmen; rahatına yatırım yapmaktan usanmayan kesim, işçinin, üretenin halinden anlamamakta ısrar ediyor.
Konforun büyüsünden kurtulması zor bir olgu olsa gerek...
Düzenli bir güzelliği ve tadı olan bu rahatı hiç tatmak istemedim.
Eğer biraz rahata erecek olsam hemen oradan uzaklaşıp, yapmak istediklerimin peşine düştüm.
Konfor gerçeğinin insanlığı ve gençliği zehirleyerek kendi özünden uzaklaştırdığına inananlardanım.
İnsanın özünü kaybetmesi, varoluşuna arkasını dönmektir.
Konforun panzehrini yine kendi içinde bulacak olan insanlık, kurtuluşunu kendi elleriyle çabalayarak yükseklere kaldıracaktır.
Doğanın içinden sıyrılarak kendi özünü dışlayan, üretime benliğini yabancılaştıran insan, sadece etten kemikten oluşan bedenin rahatlığına hizmet etmiş olmaktadır.
Ruhunun derinliklerinde dünyasını kaybeden kişiler, özlerine dönerek kişisel kimliklerini ancak kazanacaklardır.
Dünyayı ya da kendini değiştirmeye koyulmuş önderlerin yaşam alanları; her zaman için bir kilim üzerinde, iki dostun fikir tartışmaları eşliğinde olmuştur.
Örneklendirecek olursak, geçtiğimiz bu zor günlerde daha çok yakınlarımıza zaman ayırmalı, insanlığın bir gün daha fazla nefes alıp yaşayabilmesi için neler yapacağını düşünmeye kafa yorması gerekmektedir.
Televizyon izleyerek zaman geçirmeler, dizilerin içinde boğulmalar son bulmazsa uçuruma doğru sürüklenmekten kurtulamayacağız. İnternet batağındaki bağımlılıklardan kurtulup, içimizden söküp atarak, üretimin içinde yer alınmalıdır.
Konfordan zehirlenen gençlik, sosyal medya bağımlılığından zorda olsa başararak oradan çıkmalıdır.
Hayat çok kolay gibi görünüyor.
Aslına vardığımızda zor olduğunu görmekteyiz.
Ekonomik krizin büyüdüğü, enflasyonun yükselerek paranın pul olduğu bu zamanda bir avuç toprak dahi bulunca üzerine tohum ekmemiz gerekmektedir.
Ekilen tohumlar filiz verdiğinde hem ruhumuz hem bedenimiz güçlenecektir.
Felsefemiz, yaşamak ve yaşatmak olmalı...
Yaratıcılığımızı kullanmaktan korkmadan, yeteneklerimizi ellerimizin yardımıyla keşfetmeliyiz.
Evet korkmamalıyız!
Korku öğretilen bir duygudur.
Aç bırakılmaktan, evsiz kalmaktan korkan insanların oluşturduğu kalabalıkları yaratmak, egemenlerin işidir.
Egemenler kendi işlerini, ‘dantel örmek inceliğinde’ yapmaktadırlar. Öyleyse bizler de işlerinin içinde her zaman ince bir hile bulunan bu kişilere karşı; yapacağımız işlerimizi, ‘oya örmek hassasiyetiyle’ yapmalıyız.
Onların, insanı kendi içlerine hapsetmesine izin vermemek için yeteneklerimizden daha cok yararlanmalıyız.
Kendi alanlarını, başkalarının sırtından geliştirerek büyüyen egemenlere karşı, özgür kalan beyin ve beden gücümüzden gelen emeğimizle üretim biçimimizi seçerek, daha çok çalışmak, bizim kazancımız olacaktır.
Gözümüzle göremediğimiz, ortalıkta dolaşan bir ‘virüs’ var.
Adına ‘Corina Virüs’ deniyor.
Her an, her saniye birbirimize bulaşarak çoğalıyor.
Bulaşan hiç bir şey azalmaz çoğalır, hızlanarak yayılır, etrafımızı sarar.
Ve hatta hiç bitmeyebilir.
Bu sebeptendir ki; yeni bir yaşam düzeni kurmak zorunda olacaksak; bu, konfordan uzak, sade bir yaşam olmalıdır!
Hastanelerde yer kalmadı.
Yoğun bakımlar ölüm yataklarına dönüşmüş durumda...
Her hangi bir hastalığı olan insanlar, hastanede yatak bulunamadığından yine ölüme terk edilmekteler.
Sadece corona virüsü hastasının değil, yaşayacak hastanın da sonu ölümle noktalanıyor.
Hiç kimse yaşantısını sokakta bulmadı.
Dünyaya gözlerini açmadan önce bir annenin karnında başlayan hayat, bin bir zorluklarla belli yaşlara kadar uzayarak kendini buldu.
O nedenledir ki, ölümle bitecek kadar ucuz olmayan hayatlarımıza sahip çıkmalıyız.
İnsan kalabalığından oluşan yerlerde, kapalı alanlarda bulunan virüslerin yayılma hızının büyüdüğü ortamlardan uzak durmalıyız. Corona virüsü hastalığına yakalanma riskinin her dakika katlanarak büyüdüğünü açıklayan sevgili doktorlarımız, tüm haber kanallarından bizlere bunun getireceği sonuçları duyuruyorlar.
İnsan yaşatmanın yeminiyle donanmış savaşçı doktorlarımız, ruhlarının ‘acı içinde’ örselenmesiyle beraber, “Hasta seçmek zorunda kalıyoruz” diyorlar.
Duyarlılığı yüksek olan insanlar!
Bu serzenişlere kulak vererek; üzerlerine düşen ne varsa yapmaktan geri durmuyor.
Yaşamayı, hayatta kalmayı, sadece ‘mideyi doyurmaktan’ ibaret sayan insancıklar ise; tüm duyarsızlıkları sayesinde gözlerini kulaklarını olana bitene kapatmış, ‘patates çuvalı’ kucaklıyorlar.
Konfor hastalarına ne demeli?
Dünyayı saran bu olumsuzluklara rağmen; rahatına yatırım yapmaktan usanmayan kesim, işçinin, üretenin halinden anlamamakta ısrar ediyor.
Konforun büyüsünden kurtulması zor bir olgu olsa gerek...
Düzenli bir güzelliği ve tadı olan bu rahatı hiç tatmak istemedim.
Eğer biraz rahata erecek olsam hemen oradan uzaklaşıp, yapmak istediklerimin peşine düştüm.
Konfor gerçeğinin insanlığı ve gençliği zehirleyerek kendi özünden uzaklaştırdığına inananlardanım.
İnsanın özünü kaybetmesi, varoluşuna arkasını dönmektir.
Konforun panzehrini yine kendi içinde bulacak olan insanlık, kurtuluşunu kendi elleriyle çabalayarak yükseklere kaldıracaktır.
Doğanın içinden sıyrılarak kendi özünü dışlayan, üretime benliğini yabancılaştıran insan, sadece etten kemikten oluşan bedenin rahatlığına hizmet etmiş olmaktadır.
Ruhunun derinliklerinde dünyasını kaybeden kişiler, özlerine dönerek kişisel kimliklerini ancak kazanacaklardır.
Dünyayı ya da kendini değiştirmeye koyulmuş önderlerin yaşam alanları; her zaman için bir kilim üzerinde, iki dostun fikir tartışmaları eşliğinde olmuştur.
Örneklendirecek olursak, geçtiğimiz bu zor günlerde daha çok yakınlarımıza zaman ayırmalı, insanlığın bir gün daha fazla nefes alıp yaşayabilmesi için neler yapacağını düşünmeye kafa yorması gerekmektedir.
Televizyon izleyerek zaman geçirmeler, dizilerin içinde boğulmalar son bulmazsa uçuruma doğru sürüklenmekten kurtulamayacağız. İnternet batağındaki bağımlılıklardan kurtulup, içimizden söküp atarak, üretimin içinde yer alınmalıdır.
Konfordan zehirlenen gençlik, sosyal medya bağımlılığından zorda olsa başararak oradan çıkmalıdır.
Hayat çok kolay gibi görünüyor.
Aslına vardığımızda zor olduğunu görmekteyiz.
Ekonomik krizin büyüdüğü, enflasyonun yükselerek paranın pul olduğu bu zamanda bir avuç toprak dahi bulunca üzerine tohum ekmemiz gerekmektedir.
Ekilen tohumlar filiz verdiğinde hem ruhumuz hem bedenimiz güçlenecektir.
Felsefemiz, yaşamak ve yaşatmak olmalı...
Yaratıcılığımızı kullanmaktan korkmadan, yeteneklerimizi ellerimizin yardımıyla keşfetmeliyiz.
Evet korkmamalıyız!
Korku öğretilen bir duygudur.
Aç bırakılmaktan, evsiz kalmaktan korkan insanların oluşturduğu kalabalıkları yaratmak, egemenlerin işidir.
Egemenler kendi işlerini, ‘dantel örmek inceliğinde’ yapmaktadırlar. Öyleyse bizler de işlerinin içinde her zaman ince bir hile bulunan bu kişilere karşı; yapacağımız işlerimizi, ‘oya örmek hassasiyetiyle’ yapmalıyız.
Onların, insanı kendi içlerine hapsetmesine izin vermemek için yeteneklerimizden daha cok yararlanmalıyız.
Kendi alanlarını, başkalarının sırtından geliştirerek büyüyen egemenlere karşı, özgür kalan beyin ve beden gücümüzden gelen emeğimizle üretim biçimimizi seçerek, daha çok çalışmak, bizim kazancımız olacaktır.
Gözümüzle göremediğimiz, ortalıkta dolaşan bir ‘virüs’ var.
Adına ‘Corina Virüs’ deniyor.
Her an, her saniye birbirimize bulaşarak çoğalıyor.
Bulaşan hiç bir şey azalmaz çoğalır, hızlanarak yayılır, etrafımızı sarar.
Ve hatta hiç bitmeyebilir.
Bu sebeptendir ki; yeni bir yaşam düzeni kurmak zorunda olacaksak; bu, konfordan uzak, sade bir yaşam olmalıdır!