Yamadağlı Nuray

Yamadağı'ndan giyinmiş kuşanmış, alı al, moru mor, etekleriyle, ırgalanarak bir kadın iner gelir Köylü köyüne. Kadının adı Nuray'dır... Sever dağlarda yaşamayı. Kurt ile kuş ile yürümeyi. İster ki günlük güneşlik olsun günlerin tamamı. Her daim insanların şenlesin yüzü...

24 Nisan 2021 Cumartesi

Konforun Zehri ve Panzehiri

Konforun Zehri ve Panzehri

Nuray YILDIRIM

Covit-19 bulaşıcı hastalığının, yurdumuzu ve dünyamızı sardığı, solunum yollarının enfeksiyon etkisiyle tıkanıp, nefes alamamaktan dolayı ölümlerin arttığı gün ve aylardan geçiyoruz.
Hastanelerde yer kalmadı.
Yoğun bakımlar ölüm yataklarına dönüşmüş durumda...
Her hangi bir hastalığı olan insanlar, hastanede yatak bulunamadığından yine ölüme terk edilmekteler.
Sadece corona virüsü hastasının değil, yaşayacak hastanın da sonu ölümle noktalanıyor.
Hiç kimse yaşantısını sokakta bulmadı.
Dünyaya gözlerini açmadan önce bir annenin karnında başlayan hayat, bin bir zorluklarla belli yaşlara kadar uzayarak kendini buldu.
O nedenledir ki, ölümle bitecek kadar ucuz olmayan hayatlarımıza sahip çıkmalıyız.
İnsan kalabalığından oluşan yerlerde, kapalı alanlarda bulunan virüslerin yayılma hızının büyüdüğü ortamlardan uzak durmalıyız. Corona virüsü hastalığına yakalanma riskinin her dakika katlanarak büyüdüğünü açıklayan sevgili doktorlarımız, tüm haber kanallarından bizlere bunun getireceği sonuçları duyuruyorlar.
İnsan yaşatmanın yeminiyle donanmış savaşçı doktorlarımız, ruhlarının ‘acı içinde’ örselenmesiyle beraber, “Hasta seçmek zorunda kalıyoruz” diyorlar.
Duyarlılığı yüksek olan insanlar!
Bu serzenişlere kulak vererek; üzerlerine düşen ne varsa yapmaktan geri durmuyor.
Yaşamayı, hayatta kalmayı, sadece ‘mideyi doyurmaktan’ ibaret sayan insancıklar ise; tüm duyarsızlıkları sayesinde gözlerini kulaklarını olana bitene kapatmış, ‘patates çuvalı’ kucaklıyorlar.
Konfor hastalarına ne demeli?
Dünyayı saran bu olumsuzluklara rağmen; rahatına yatırım yapmaktan usanmayan kesim, işçinin, üretenin halinden anlamamakta ısrar ediyor.
Konforun büyüsünden kurtulması zor bir olgu olsa gerek...
Düzenli bir güzelliği ve tadı olan bu rahatı hiç tatmak istemedim.
Eğer biraz rahata erecek olsam hemen oradan uzaklaşıp, yapmak istediklerimin peşine düştüm.
Konfor gerçeğinin insanlığı ve gençliği zehirleyerek kendi özünden uzaklaştırdığına inananlardanım.
İnsanın özünü kaybetmesi, varoluşuna arkasını dönmektir.
Konforun panzehrini yine kendi içinde bulacak olan insanlık, kurtuluşunu kendi elleriyle çabalayarak yükseklere kaldıracaktır.
Doğanın içinden sıyrılarak kendi özünü dışlayan, üretime benliğini yabancılaştıran insan, sadece etten kemikten oluşan bedenin rahatlığına hizmet etmiş olmaktadır.
Ruhunun derinliklerinde dünyasını kaybeden kişiler, özlerine dönerek kişisel kimliklerini ancak kazanacaklardır.
Dünyayı ya da kendini değiştirmeye koyulmuş önderlerin yaşam alanları; her zaman için bir kilim üzerinde, iki dostun fikir tartışmaları eşliğinde olmuştur.
Örneklendirecek olursak, geçtiğimiz bu zor günlerde daha çok yakınlarımıza zaman ayırmalı, insanlığın bir gün daha fazla nefes alıp yaşayabilmesi için neler yapacağını düşünmeye kafa yorması gerekmektedir.
Televizyon izleyerek zaman geçirmeler, dizilerin içinde boğulmalar son bulmazsa uçuruma doğru sürüklenmekten kurtulamayacağız. İnternet batağındaki bağımlılıklardan kurtulup, içimizden söküp atarak, üretimin içinde yer alınmalıdır.
Konfordan zehirlenen gençlik, sosyal medya bağımlılığından zorda olsa başararak oradan çıkmalıdır.
Hayat çok kolay gibi görünüyor.
Aslına vardığımızda zor olduğunu görmekteyiz.
Ekonomik krizin büyüdüğü, enflasyonun yükselerek paranın pul olduğu bu zamanda bir avuç toprak dahi bulunca üzerine tohum ekmemiz gerekmektedir.
Ekilen tohumlar filiz verdiğinde hem ruhumuz hem bedenimiz güçlenecektir.
Felsefemiz, yaşamak ve yaşatmak olmalı...
Yaratıcılığımızı kullanmaktan korkmadan, yeteneklerimizi ellerimizin yardımıyla keşfetmeliyiz.
Evet korkmamalıyız!
Korku öğretilen bir duygudur.
Aç bırakılmaktan, evsiz kalmaktan korkan insanların oluşturduğu kalabalıkları yaratmak, egemenlerin işidir.
Egemenler kendi işlerini, ‘dantel örmek inceliğinde’ yapmaktadırlar. Öyleyse bizler de işlerinin içinde her zaman ince bir hile bulunan bu kişilere karşı; yapacağımız işlerimizi, ‘oya örmek hassasiyetiyle’ yapmalıyız.
Onların, insanı kendi içlerine hapsetmesine izin vermemek için yeteneklerimizden daha cok yararlanmalıyız.
Kendi alanlarını, başkalarının sırtından geliştirerek büyüyen egemenlere karşı, özgür kalan beyin ve beden gücümüzden gelen emeğimizle üretim biçimimizi seçerek, daha çok çalışmak, bizim kazancımız olacaktır.
Gözümüzle göremediğimiz, ortalıkta dolaşan bir ‘virüs’ var.
Adına ‘Corina Virüs’ deniyor.
Her an, her saniye birbirimize bulaşarak çoğalıyor.
Bulaşan hiç bir şey azalmaz çoğalır, hızlanarak yayılır, etrafımızı sarar.
Ve hatta hiç bitmeyebilir.
Bu sebeptendir ki; yeni bir yaşam düzeni kurmak zorunda olacaksak; bu, konfordan uzak, sade bir yaşam olmalıdır!

19 Nisan 2021 Pazartesi

Pamuk Kedimin Hikayesi

Pamuk Kedimin Hikayesi
Nuray Yıldırım

Pamuk kızımın karnı iyice büyüdü...
O güzelim keseli göbeğinin içinde saklamış olduğu minnak yavrularını günden güne merak etmekteyim.
Pamuğumun hikâyesi, büyükşehirde başladı. Ankara’nın Kurtuluş semtinde bulunan kız yurdunun önünde doğmuş ve annesi tarafından terk edilmiş bir yavru kedi olarak tanıştık.
Ben ise; babamı kaybetmiş, evde tek başıma babamın yokluğunun acısına kapılmıştım.
Kalbimin ağrısının dinmediği bir zamanda, kedi sahiplenmek, kalbimin ağrısına iyi gelir" düşüncesiyle arayışa girdim.
İnstagram’da kedi sahiplendirme sayfasında gördüğüm; beyaz, kartopuna benzeyen kedi yavrusunu seçtim.
Telefon numarasını arayarak sahiplendirecek kişiye ulaştım....
Telefonun diğer ucundan, genç bir kız sesi sevinerek, "lütfen yarın gelip alın, bu yavru soğuktan donmak üzere" diyordu.
Genç kızın ses tonundaki üzüntü beni daha da hızlandırmıştı.
Akşam erkenden yattım. Sabahı zor ederek uyandım.
Uyanır, uyanmaz giyinip minik kediciği almak üzere yola çıktım.
Küçük bir yavruyu kurtaracak olmanın sevinciyle adımlarımı hızlandırarak yolları yürüdüm.
Ankara'da aralık ayının ayazına insan dayanamazken, minik bir kedi yavrusu nasıl dayanacaktı?
Kurtuluş semtinde, okuduğum lisenin yanında bulunuyor olması, bana ayrı bir heyecan vermişti.
Kız yurduna geldiğimde, görevliler beni kapıda karşıladılar.
İçeri girince ortamın sıcaklığı yüzümü okşadı. Sandalyeye oturdum, karşılıklı tanışmalar ve sohbetler arasında kendimden bahsettim.
Yaşam koşullarımın kedi bakmaya uygun olduğunu düşündüler. Ve kedi yavrusunu bana vermekte karar kıldılar.
Öğrenci kız, minik kedi yavrusunun hikâyesini anlattı.
Pamuk kedi, yurdun bahçesinde doğmuş.
İki kardeşi, kışın çetin koşulları ve soğuktan dolayı yaşayamamış. Anne kedi, gittiği yerden bir daha yurdun bahçesine dönmemiş.
Benim minik pamuk kedim soğuklarda, aç-susuz yaşama karşı tutunuyormuş...
Ve şimdi karşısına ben çıkmıştım. Onu birazdan sıcak yuvasına götürecektim.
Öğrenci arkadaşımız kedi yavrusunun kısa hikâyesini anlattıktan sonra gözleri yaşlarla dolarak, avucundaki kediyi benim avucuma koydu. "Eminim ki çok iyi bakacaksınız" dedi.
Böylesine özel olan pamuk kediyi bugüne kadar, tüm hassasiyetimle bakıp, korudum.
Pamukla, üç ay boyunca Ankara'da beraber mutlu zamanlar geçirdik.
Nasıl mı?
Babamım yokluğunun kederini üzerimden alıp götürmesiyle, kendimi daha çabuk toparlıyordum. Yas sürecinde çektiğim acıyı sevgisiyle, verdiği huzurla iyileştiriyordum.
Kendisiyle ilgilenmiş olmam, beni kötü düşüncelerimden uzaklaştırıyor, yerine tatlı hayaller koymama neden oluyordu.
Kitaplar okuduk, uyuduk uyandık. O sıralar "part time" çalışıyordum. İşe gittiğimde pamuk, gün boyu evde uslu uslu beni beklerdi.
Balkonu çok sevdiğinden orada uyuyup kalıyordu.
Arkadaşlığımız harikaydı.
Dış dünyanın soğuk havası, trafik sesleri, arabaların hızlı geçişleri onu korkutmuş ve yormuş olmalıydı.
Travması çok büyüktü!
Doyasıya anne memesi emememiş olmasından kaynaklı süt proteini alamamıştı.
Visal enfeksiyon kapmış, solunum yolları tıkalı bir minik yavruydu. Antibiyotik veriyordum.
Bütünüyle acılar içinde bana ve evime gelmişti. Geldiği sıcak yuvada, dış dünyayı camdan seyrederek kaderine seviniyor olmalıydı.
2019 un, yine böyle güneşli bir mart gününde, Köylü köyüne doğru uzun bir yolculuğa çıktık.
Pamuk kedime, hafif bir uyku ilacı enjekte yaptırmıştım. O an rahat bir uykuya daldı...
Yolculuğumuz boyunca uykusunun derinliği ile uzun yolları, dağları aşarak tabiatın içinde bulacağımız daha huzurlu bir yaşama doğru gidiyorduk.
Kurtuluş'un kızları; yani ben ve pamuk kedi Ankara'yı bırakıp, doğal yaşama dönüyorduk.
Çok değer verdiğim köyüme gelmiştik!
Miniğim araban indi. Patileri tekrardan toprağa basıyordu.
Onun bu özgürlüğü benimde mutluluğum olmaktaydı.
Ankara'da henüz erken diyerek kısırlaştırma işlemini yaptıramamıştım.
Köydeki doğal yaşamın içinde hamile kalan pamuk kedimin ilk doğumunda altı tane yavrusu olmuştu.
İşte pamuk kedimin serüvenlerle süslü hikâyesi böyle...
Şimdi köyde üçüncü baharını mutlu yaşıyor.
Yeni doğacak olan yavrularını hep beraber heyecanla bekliyoruz.
"Kedi ve yavrusu da neymiş demeyin"
İnanın her kötülüğü unutturuyor.
Özellikle kirli siyaset günlerinden, kadın cinayetlerinden koparıyor.
Sevgiye ait bir yaşam içinde oluyor insan.
Zaten sevgi değil midir?
Bizim felsefemiz...
İste en saf haliyle sevgi, günümüzde doğanın içinde;
Bazen kedide, bazen kuzuda, tüm canlılarda bunuyor.
Saflıklarında çok şey barındırıyorlar.
Köy yaşantısı şu demek aslında, kentlerde insana yoğunlaşmış olan sevgilerimizi oradan kurtarıp, yine bize ait sevgimizi, her alana yaymamızı sağlıyor.
Sevgiyle kalın...

Köylü, 28 Mart 2021