Nuray YILDIRIM
Gençlik yıllarımdı…
Milliyet gazetesi yazarlarından Hasan Pulur'un ‘Olaylar ve İnsanlar’ adlı köşesini hiç kaçırmadan günü geldiğinde mutlaka okurdum.
Olaylar, insanlara göre vardır. Doğal afetler, insan eliyle yapılan afetler, hep olacaktır. Olayları insandan ayırmak mümkün olmaz. Ancak insan kendi kendini olaylardan çekebilir. Günlerdir orman yangınlarıyla uzaktan, yakından uğraşan insanlık, bir taraftan da günlük rutin işlerine devam etmektedir. İşlerimiz yapılırken, olayların akışına kaptırdığımızda kendimizi; geleceği kurma inşasından da geri kalırız.
Sabah dörtte uyandım. Beşte erkenden bostanın içine girdim. Yetiştirdiğim salatalıkların, beklemediğim güzellikte büyümüş olmalarından duyduğum hazla onları sevdim.
Yeşil yeşiller... Üzerlerinde uğur böcekleri geziniyor, kelebekler gelip konup gidiyorlar. Sabahın tazeliğinde tüm canlılar beraber yaşamanın tadına varıyoruz. Salatalık teveklerinin arasına ne zaman girsem sarı çiçeklerine narince dokunarak olgunlaşanları koparırım. Kopan yerinden gelen kokusuyla bir an dünyanın telaşından uzaklaşırım. Yeşile benzettiğim bir kokusu var. Tek tek kopardığım salatalıkları kalbura koyarım. Alabildiğine köyü yaşarım. İşte tam o anda yine zihnimde canlanan anılarım olur. Köy hayatını çok mutlu ve derin yaşamış olmalıyım ki, zihnim bana her daim parlak anılar göstermekte... Sarhoş oluyorum sanki ışık saçan anılarımı şimdinin gerçeğinde bulunca. Babaannem, kırmızı çiçekli yeşil fistanının üzerine bağladığı gri renkli önlüğüne kocaman salatalıkları toplarken ben onu hayretle izlerdim. Burnunu toprağa sokarcasına eğildiği yerden doğrularak, önlüğünü içe doğru katlar; topladıklarını, düşmemesi için korurdu. Yan yanaydık... Seviyordum kendisini.
Onunla olmak ve onun yaptığı işleri izlemek çok güzeldi. Güven veriyordu yeşil fistanlı kadın bana. Okul yıllarıma denk gelen bu birliktelik zamanlarında, her şeyi dolu dolu yaşıyordum. Toprakta oluşumuza ayrıca bağlıydım. Öğrendiklerimi sanki onun bilgileriyle perçinliyordum. Gözlerimin içine ela ela bakarak konuşurdu. Salatalıkları önlüğüne doldurduğu bir gün dedi ki: "Nuray bunları al, Satı kirveye götür". Salatalıkları kovaya doldurup, dere yolundan geçerek, Ankara'dan gelmiş olan kirvelere giderdim.
Sonrası yok belleğimde… Sadece salatalık... Toprağın içinde olmak... Önlüğe koymak ve Satı kirveye götürmek eylemi var. Bir de vermek... Alabildiğine vermekle dolu yıllardı o yıllar. "Veren el hep büyük olur" özellikle gurbetten gelenlere yumurta, peynir, yoğurt, sebze, meyve mutlaka verilirdi.
Üretmek ve vermek…
Elleriyle üretenlerin malı çok olur. Vermesi de kolay! Başkasına bağımlı kazanılan para ile alınan ürün ise kısıtlıdır; aslında bir dairede yaşayan insana dışarıdan öğretilenler kadar olur her şey... Kendisi ve çekirdek ailesine aldıkları kadardır yiyecek ve giyecekler. Komünal yaşamda ise böyle değildir…
Köylü, 1 Ağustos 2021