Yamadağlı Nuray

Yamadağı'ndan giyinmiş kuşanmış, alı al, moru mor, etekleriyle, ırgalanarak bir kadın iner gelir Köylü köyüne. Kadının adı Nuray'dır... Sever dağlarda yaşamayı. Kurt ile kuş ile yürümeyi. İster ki günlük güneşlik olsun günlerin tamamı. Her daim insanların şenlesin yüzü...

25 Mart 2021 Perşembe

Ethem Erhan Taneri'nin Ardından

Ethem Erhan Taneri'nin Ardından

Nuray Yıldırım

Sevgili Erhan Taneri'nin anısına

Ölüm adın kalleş...
Yıl 2004, sevgili Ethem Erhan Taneri'i henüz elli yaşındayken koparıp aldın biz sevenlerinden.
Ankara Devlet Konservatuarının birimlerinde görev alan, en güzel oyunların sahnelerine şahit olan can yoldaşımızdın!
Aspendos Tiyatrosunca oynanan ‘Hırçın Kız’ oyununu izlerken, “Bunlara ne gerek var, izlemeyelim, en hırçın kız benim” dediğimde; “Olur mu öyle? Sen harikasın” demiştin. Yıldızlar gökyüzünde savrulurken sahnede savrulan kişiliklere vermiştik kendimizi...
Şimdi sen yıldızlarda savrulan oldun...
Ankara Büyükşehir Belediyesini Murat Karayalçın yönetirken, Eğitim Daire Başkanlığında yaptığın müdürlük görevin ile Ankara'mızın en çağdaş zamanlarıydı doksanlar!
Bilgeliğin ile sakinliğini birleştirmiş olan kişilik yapında, büyük bir sevecenlik var olarak büyüyordu. Her zaman gülerek konuşmaların, tebessümlerinin altında olan gizli duygularını anlamak mümkün olmamıştı.
Sevecenliğinin gizeminde yatan gülümsemelerin; karşında bulunan kişiye, büyük bir güven veriyor olması ile sevmiştik seni. Hümanist yapın, yüreğinin derinliklerinde sakladığın dertlerle bedenini sarmış olmalıydı. Tiyatro oyuncusu Savaş Yurttaş'ı, yani senin teyzenin çocuğunu da bu baş edilmez hastalık alıp götürmüştü. Seni arayıp yasını almıştım. Yıllar sonra seni bizden koparacağını hissedememiştim bile…
Şimdi dünyada ve uğruna çok mücadele verdiğin ülkemizde covit-19 'la savaşıyoruz. “O da ne?” diye soracaksın. Bulaşıcı ölümcül bir hastalık… Anlayacağın; zaten opera-bale, tiyatro-sinema kalmadı, hayatımızın içinde. Her şeyin en güzelini doksanlarda ve senin hayattan kopuş yılına kadar yaşamışız.
2005'ten sonra yaşamımız birer kargaşa içinde ve saçma sapan geçti. Nerede o güzelim sohbetler ve nitelikli konuşmalar? Olan ve yaşanan hikâyeleri, kritik ederek sonuca varmak birer birer yok oldu. Bazı düşlerimiz hiç gerçekleşemedi, olmadı, olamadı. Devrim, yapılamadı. CHP'de bile yer yerinden oynamadı. Sen çok aydın, özel, ilerici devrimci bir insandın. Umudun hep CHP'nin başa geçerek, değişimlere imza atacak olması umuduyla, demokrasiyi koruyabilmesiydi. Bunun başarısını kaybederek, daha fazla zindanlara gömüldük. Maalesef günden güne, yıldan yıla, padişahlık dönemine giderek, sustuk. Sustukça özgüvensiz bir toplum olarak, zengini zengin, fakiri daha fakir yapan yönetime erdik. Sefalete sürükleyen yönetim, biçimi ve pandemi, insanları yerden yere vurdu. Vakitli vakitsiz yaşama vedalar olmaya başladı.
Sen ise, yasamak için büyük direniş göstererek, mücadeleni verirdin. Hiç ölümü düşünmezdin. Şimdilerde, herkes bu dünyadan göçmenin hayalini kuruyor. Mücadele veren çok az sayıda insan kaldık.
Sen hep direnen arkadaşımızdın...
2004 Mart'ının, 19 sabahı aldım kötü haberi.
Artık senin ruhun, beyaz örtülü yatağını da bırakarak, gökyüzüne savrulmuştu.
Dostlarının arasında, büyük bir acı bırakarak, hoşçakallar diyarına kopup gitmiştin...

19 Mart 2021 Cuma

Tepeleri Sis Kaplamış

Tepeleri Sis Kaplamış











Nuray YILDIRIM

Bahçeden Notlar

Mart ayı dert ayı derlermiş...
Bahar geldi diye heveslenirken, birdenbire bastıran soğuk ve yağışlı hava, insanı oldum olası zorlamaktadır.
Köyün ve yaylaların üzerini sis kapladı. Yol boyu yürürken durup etrafı seyre daldım. Muhteşem manzara karşısında nutkum tutuldu. Sis alabildiğine bir yönden başka yöne doğru hareketle; yavaş, yavaş ilerliyor, hangi yöne gitsem oraya geliyor gibiydi. 
Kelimelere dökemeyeceğim güzellikte görünen bu manzara, mutlaka görsel olarak kayıtlarıma alınmalıydı. Öyle de yaptım. Fotoğraflayarak, kaydettim.
Tepe sırtlarından aşağı salınıp, Yama Dağlarına doğru süzülerek gitmekte olan sis tabakasının görüntüsü, beni yıllar öncesine götürdü.
Yağmur çiseleyerek yağıyor. Mart ayının kokusuna karışmış olan toprak kokusunu burnuma her çekişimde, beni yeniden yenileyerek diriltiyor.
Çevrem kaysı bahçeleriyle kaplı... Bahçelerde bulunan ağaçların gövdeleri, yağmur suyuyla yıkanıyor. Uç veren domurlar ise mutlu, mutlu, sevinç içinde etrafına meydan okuyarak, gelişimini sürdürüyor.
Puslu, sisli yağmurlu dağ köyleri, hep böyle süslenir. Gelin başları gibi süzülürler. Karadeniz yaylarını aratmayan güzellikte olan ata topraklarına hayranlığım eksilmiyor, çoğalıyor.
Toprakların beğendiğim tarafları arttıkça, toprağa bağlılığım da artıyor. Çalışma azmim büyüdükçe üretime katkım günden güne büyüyor. Hal böyle olunca da, zevkle çalışıyorum. 
Hal böyle olunca çalışmanın keyfi de artıyor.

Sisler İçinde Çalışmak

Mart ayının soğuk havasına aldırmayan çiftçiler, ağaçlarının sağlığı, meyvelerinin daha verimli olması için gübreleme işlerini aralıksız sürdürmekteler. Bu kervana bende katıldım. 
Kimyasal gübrelemeye karşı olduğumdan, organik gübre alarak, sisli havaya eşlik eden, yağmurun altında gübreyi ağaçların göleklerine serptim. Bunu yapmamın sebebi, çetin hava koşullarında yağmurun bol suyuyla gübrenin daha iyi erimesi, köklerin derinine ve damarlarına ulaşarak besleyecek olmasını sağlamaktır. 
Canlıların korunması ve yaşamasına katkıda bulunabilmek benim mutluluğum olmuştur.
Daha sağlıklı yasayabilmeleri için canlıların dertlerine deva olmak gerektiğini düşünüyorum.
Köyümüzde bulunan bunca bağ, bahçenin, sağlıklı işleyen topraklar seviyesine çıkmasını canı gönülden istemekteyim.
Hekimhan'dan aldığım organik gübreyi, köyün arabasıyla, mezra köy olan Seydimemet'e getirdim. Orada akrabamızın kapısında iki gün bekleyen gübreyi, bu sabah, akrabamıźla beraber, yük hayvanı olan eşeğe yükleyerek bahçeye götürdük.
Arabam olmadığından bu karışık yolu izlemekten başka çarem yoktu. Aslında böyle olması bir nevi daha iyiydi. Burada köy yaşamının içindeysem, her şeyiyle doğal olanı yaşamak daha iyiydi.
Tabi ki araba, pratiklik getiriyor. Hızlı iş bitiriyor. İnsan daha az yoruluyor. Tüm bunlara rağmen, köyde yaşamı tercih ediyor olmamızın doğallığından uzaklaşıyoruz. Mekanik olan hiç bir şeye halen tahammülüm yok. Benzin ve egzoz kokusunu koklamak, gürültü, patırtılı sesler duymak, bizi şehir yaşamından koparmamış olurdu. Oysa bir yükü, kendi olanaklarımızla taşıyabilmek, hayatı ağırdan almak değil miydi? Doğal yaşamak, insan gücüne dayanıyor olmalı ki, doğal olabilsin. Evet, konfordan uzak olmak yorucu ve ezici yönleriyle biz insanları zorluyor. Belki fiziksel yıpratıcılığı var. Fakat ruhsal, zihinsel rahatlığımızı sağlanıyor olması daha önemli. Bizde öyle yaptık. Yük hayvanı olan eşeğe gübreyi yükledik. Eşek, gübremi kapının önüne kadar getirdi. Yere indirdiğimiz çuvalın ağzını açtık. Hiç durmamalıydık. Akrabamın bana yardım ederek, dayanışma göstermesi beni memnun etti.
Yağmur hızını artırmadan iki elden, birlik içinde ağaçların vitaminini vermiştik. Şimdilik ağaç damarları mutlu olacaklardı. Hekimhan'dan, iki adet badem ağacı fidesi almıştım. Yerini tespit ettikten sonra, kürek ve kazma kullanarak çukurunu açtık. Hayvan gübresi ile toprağı karıştırarak, fidemizi (çitilimizi) diktik.
Ne demişti Nazım Hikmet?
“Yaşamak, Yetmişinde bile zeytin ağacı dikebilmektir. Öyle çoluk çocuğa kalır, diye değil. Yaşamanın güzelliği için ağaç dikebilmektir.”
Fide dikimi tamamlanınca, fidenin tip toprağına bir kova can suyu verdim. Birden bire, iç dünyamda bu işi de, bitirmiş olmanın rahatlığını yaşadım.
Babamdan sonra bahçede benim de ilk ağacımı fidelemiş oldum. 
İçim huzurla kaplanmıştı. Çizmelerimde katmanlardan oluşan çamurları övünçle taşımaktaydım. Dedemden ve babamdan kalan üretim mirasını omuzlarıma almış taşıyordum. 
Kurt dede bahçesinde, dedemle az düven sürmemiştik. Daha üç yaşındaydım. Dedem, atının ardına düven tahtasını koyarak harman yapardı. Tahtanın üzerinde bir tabure olurdu. O tabureye ben otururdum. Dedem ayakta durarak, atına hız verirdi. Ve böylece ekinler, saplardan ayrılarak buğday olurlardı. Nesilden nesle aktarılan çiftçilik çalışmasının sorumluluğundan kaçmadan, dedemin ve babamın isteği olan çalışmayı, yaz kış demeden sürdürüyor olmak gurur verici.
İşlerimizi bitirince bahçeden ayrıldık. Akrabamın kapısına geldiğimizde beni göndermek istemediler. Burada adettir; yemek hazırlanıp, çay içirmeden göndermezler.
İçeri girdik. Yağmur hızlanarak yağıyordu. Bir mezra dağ köyünün, yanan sobasının başında, kurulan sofraya oturdum.
Soba etrafında toplanmış, yaptığımız işlerin sıcak sohbetiyle çayımızı yudumladık. Gülüşmeler başladı. Ülkenin bazı yerlerinde yaşanan her olumsuzluğa rağmen, bizler bu sade yaşamın içinde, içten gelen kahkahalarla gülebiliyorduk.
Gülmelere sebep olan toprak, tohum, malcılık ve üretimdi.
Ne kadar güzeldi çalışmak ve ardından gülebilmek!

1 Mart 2021 Pazartesi

İlkbahar ve İyimserlik

İlkbahar ve İyimserlik

Nuray YILDIRIM

Köydeyim, Mart'ın birinci gününe hafif kar yağışıyla uyandım.
Etrafı saran kara rağmen, artık havalar ısınıyor.
Güneş; pırıl pırıl, mavi gökyüzünde sallanarak bizlere göz kırpıyor.
İçimde kıpır kıpır neşe dolaşıyor.
Kış mevsiminin sertliği bazı zamanlar zorlayıcı oldu.
Yine de buna ‘kara kış’ diyemeyeceğim.
Belki, gönlümün renklerinden olmuş olabilir, kışı da bahar keyfinde yaşıyor olmam.
Gökyüzü griliğini, maviye, sarı- sıcak renklere bırakıyor.
Pencerelerden içeri sızan güneşin tonları, benim içimdeki coşkuyu çoğaltıyor.
İlkbahar uyanış, diriliş demekti.
Toprak canlanıyor.
İnsanlar, kuşlar, tüm canlılar uykudan uyanarak yaşamın diriliğine kavuşuyor.
Şubatın son haftası etrafımızda kuş sesleri yükselmeye başladı.
Çok çeşitlilik gösteren cıvıltılar eşliğinde günler ağır ağır akmakta...
Dünyadan uzak olan bu yaşantımı, bugün çıkacağım yolculukla, daha çok renklendireceğim.
Malatya yolculuğum, Martın birine denk geldi.
Böylesine muazzam bir ilkbahar sabahında, yola çıkmak harikulade oldu.
Minibüs hızla yol alıyorken, yüz kilometre uzakta, renkli dükkânları görecek olmanın sevinciyle doluyorum.
Gezmek, yeni yüzler görmek güzel duygudur.
Kentin sokaklarında dolaşmak, yeni çıkan yayınlar, yenilenmiş olan her şeyi seyre dalmak, insanın zenginliği olsa gerek…
Bahar, çiçek açan ağaçlar gibidir.
Yüreğimin baharı sevinçlenir.
Dallanıp, budaklanan yerlerden, tomurcuklanır.
Tomurlar yavaş yavaş allanıp, morlaşır.
Çiçek olur…
Güneşe karşı sevecenleşen, ince taç yapraklar, nazlı nazlı süzülür.
İncinmekten korkarak geçirir ilkbahar aylarını.
Yağmur yağsın ıslatsın, ama dolu yağmasın ister.
Bilir ki ‘dolu’ çiçeğe sert değer.
Ağrıtır…
Yaralar, döker!
Savurur, yerle bir eder.
Hep güneştir, onun dostu!
İlkbaharın getirdiği duygular eşliğinde böylece yol aldım.
Dağ köylerine göre, Malatya daha sıcaktı.
Anladım ki, dağlardan önce şehirlere geliyor bahar.
Allanıp çiçeklenip pullanıyor.
Karşımda Beydağları karla kaplanmış.
Sıra sıra dizilmiş.
Gelinler gibi süzülmüş.
Zirvesine ok gibi düşmüş güneş.
Çok az kalmış;
Çayır, çimen donanarak,
Yaylacıları kucaklamasına.
Arabanın tekerleri hızla dönerken, ilk trafik ışığına geldik, durduk.
Şehre girişimle beraber, arabadan indim.
Kalabalıklara karışarak, işlerime bakacağım.
İlkbaharın tüm tonlarını hissederken, yaşamayı bir kez daha seveceğim.
Yaşamak olmalı insanın en büyük işi...