Eğitimin ayaklar altına alındığı günlerden geçiyoruz.
Baş tacı, olduğu gün ve yıllarda ise; canla başla okula gidip gelirdim.
Anaokulunda öğretmen olmak bambaşka bir duyguydu o güzelim yıllarda...
Dupduru gözleriyle, ışıldayan çocuk yüzlere, her sabah 'günaydın' demek, yaşamın en büyük enerjisiymiş.
Salgın hastalığın 'pandemi' dünyayı sarmasıyla beraber, biz öğretmenler!
Çocuklarımızın yüzlerine hasret kaldık.
Bırakın "günaydın" demeyi, neredeyse unutmaları oynamaya başladık.
İnsanı, çocuğu, yoldaşı, meslektaşı hepsini, ayrı ayrı yerlerde bırakarak dağınık yaşar olduk.
Hiç kimse beklemiyordu, böyle bir ayrılığı.
Saçları iki yandan örgülü bir kız çocuğu ile göz göze gelemeden geçecek yılları, kimse beklemiyordu.
Beklenmeyen 'bela' geldi
Buldu insanlığı.
En çok da 'eğitimi' ve 'sağlığı' vurdu.
İnsanın, insanla bir arada durarak çalışması kadar 'tatlı'...
Böyle belalar gelince de 'acıtan' hemen hemen hiç bir şey yoktur.
Öğretmen, öğrencisiyle temas halindedir. Eğitimin-öğretimin içinde bulunurlar.
Doktor, hemşire; hastasıyla iç içedir.
Bunlardan bir taraf sakatlanırsa; işte o zaman acılar başlar.
Benim ve tüm meslektaşlarım; aynı acıları çekmeye devam ederken, her an çocuklarımızın gözünde gördüğümüz; bilgi ateşinden uzak kaldık.
Zor günlerden geçiyoruz.
Bugün andıklarımız; öğretmen-eğitimciler değil midir?
Zor günleri nasıl atlatacağımızı bize anlatanlar! Yine onlardı...
Öyleyse yeniden silkelenip, tüm öğrendiklerimizi hayata geçirerek, tünelin sonundaki ışığı görmeliyiz.
Işığın, süzülen ilk yerinde, çocuklarımız bizi bekliyor.
Bizse, adım adım, onları kucaklamaya ilerliyoruz.
Yürümekten vazgeçemediğimiz zaman, kavuşacağız.
Sevgiyle kalın...
Köylü, 24 Kasım 2020
Baş tacı, olduğu gün ve yıllarda ise; canla başla okula gidip gelirdim.
Anaokulunda öğretmen olmak bambaşka bir duyguydu o güzelim yıllarda...
Dupduru gözleriyle, ışıldayan çocuk yüzlere, her sabah 'günaydın' demek, yaşamın en büyük enerjisiymiş.
Salgın hastalığın 'pandemi' dünyayı sarmasıyla beraber, biz öğretmenler!
Çocuklarımızın yüzlerine hasret kaldık.
Bırakın "günaydın" demeyi, neredeyse unutmaları oynamaya başladık.
İnsanı, çocuğu, yoldaşı, meslektaşı hepsini, ayrı ayrı yerlerde bırakarak dağınık yaşar olduk.
Hiç kimse beklemiyordu, böyle bir ayrılığı.
Saçları iki yandan örgülü bir kız çocuğu ile göz göze gelemeden geçecek yılları, kimse beklemiyordu.
Beklenmeyen 'bela' geldi
Buldu insanlığı.
En çok da 'eğitimi' ve 'sağlığı' vurdu.
İnsanın, insanla bir arada durarak çalışması kadar 'tatlı'...
Böyle belalar gelince de 'acıtan' hemen hemen hiç bir şey yoktur.
Öğretmen, öğrencisiyle temas halindedir. Eğitimin-öğretimin içinde bulunurlar.
Doktor, hemşire; hastasıyla iç içedir.
Bunlardan bir taraf sakatlanırsa; işte o zaman acılar başlar.
Benim ve tüm meslektaşlarım; aynı acıları çekmeye devam ederken, her an çocuklarımızın gözünde gördüğümüz; bilgi ateşinden uzak kaldık.
Zor günlerden geçiyoruz.
Bugün andıklarımız; öğretmen-eğitimciler değil midir?
Zor günleri nasıl atlatacağımızı bize anlatanlar! Yine onlardı...
Öyleyse yeniden silkelenip, tüm öğrendiklerimizi hayata geçirerek, tünelin sonundaki ışığı görmeliyiz.
Işığın, süzülen ilk yerinde, çocuklarımız bizi bekliyor.
Bizse, adım adım, onları kucaklamaya ilerliyoruz.
Yürümekten vazgeçemediğimiz zaman, kavuşacağız.
Sevgiyle kalın...
Köylü, 24 Kasım 2020