Yamadağlı Nuray

Yamadağı'ndan giyinmiş kuşanmış, alı al, moru mor, etekleriyle, ırgalanarak bir kadın iner gelir Köylü köyüne. Kadının adı Nuray'dır... Sever dağlarda yaşamayı. Kurt ile kuş ile yürümeyi. İster ki günlük güneşlik olsun günlerin tamamı. Her daim insanların şenlesin yüzü...

29 Kasım 2021 Pazartesi

Ankara ve Sevdalar

Ankara ve Sevdalar

Nuray YILDIRIM


Ankara'nın gündüz ve gecelerinden derlediğim fotoğraflar var.
Gezi direnişinde verilen mücadelenin sonunda her birimizin bir yana dağılmasıyla beraber o çok sevdiğimiz Yüksel Caddesi, Karanfil Sokak, Konur Sokak gibi kültür, sanat, edebiyatı içinde barındıran ve doyulmaz nitelikli sohbetleriyle insanları kaynaştıran cadde ve sokakların ruhları sonradan birer birer öldü.
Şehir ruhunun ölümü gri kent olan Ankara'mızı karanlığa boğdu. Bununla beraber iç dünyalarının rengini kente veren, katan gençliğinde oralardan gitmesine ve dağılmasına sebep olan nedenler çoğalınca geriye vasatlaşan kalabalık şehir kaldı.
Öyle bir gençlerdik ki, haritanın neresine gidersek gidelim Ankara'nın Anadolu sıcaklığını bulunduğumuz yerde bulamaz hemen dönerdik.
Küçük bir köye benzetirdik. İstanbul'la kıyaslar iyi ki Ankara var derdik.
Neydi bizi Ankara'ya bağlayan?
Saymakla bitmez ancak bir kaçını yazayım.
Öncelikle dost sıcaklığı... Ankara'mızın denizi ve gezilecek yeri olmadığından biz bu güzellikleri yüreklerimizde bulup orada yüzer, gezerdik.
Kitap evleri, kafeleri çay sohbetleriyle simit yenmesi.
Okuduğumuz kitaplardan birbirimize şiirleri dile getirip, altını çizdiğimiz satırları tekrar etmemiz saatlerce sürerdi.
Araştırmalarımıza yanıt veren müzeler.
El becerilerimizle, bulduğumuz her düzleme ruhumuzu akıttığımız atölyeler.
Eylemler vardı birde; her akşam ve hafta sonları ülkemizin gidişatına yön verecek emekçi seslerinin yükseliyor olması.
Tandoğan mitingleri.
Aşkları, sevdaları.
Kapalı bir kentin getirdiği sıkıcılığı gidermek kolay olmuyordu.
Aradığımız ne varsa sevdiğimizin yüreğindeki deryada, gözlerindeki ışıkta bulur onu severdik.
Sakarya caddesinin türkü barlarıyla var olunur, özlemler bu sokakta son bulurdu.
Opera Bale salonlarını hınca hınç doldurur, kendimize benzeyenlerle sonu gelmeyen alkışlar arasında büyür çiçek açardık.
Tiyatro ve Sinemalarda geleceğe umut bağlar insanı insanla severdik.
Hiç durmadan kar yağardı.
Günlerce lapa lapa yağan kar; Tunalı Hilmi'yi, Kuğulu Parkını başka türlü süslerdi.
Sokak lambalarının içine kelebek uçuşuyla püsküren kar taneleri eşliğinde yol boyu Ziya Gökalp Caddesinden Koleje yürür, sıcak evimizin orada bizi beklemesiyle, yan yana olmanın dayanılmaz hafifliğindeydik.
Cebeci kampüsleri, fakültelerde öğrenci olmak...
Kurtuluş Parkında basket oynayıp, koşup durmanın, hareket alanı bulabilmenin sevinciyle dolup taşan çocuklardık.
Güzellikleri içinde barındıran bu şehirden kareler…

Köylü, 22 Kasım 2021

17 Kasım 2021 Çarşamba

Anadolu'ya Özgü Yaşam

Anadolu'ya Özgü Yaşam

Kasım ayının ve ekonominin tüm boğucu geçen atmosferine rağmen bizler olumlu ve güzel olan şeylere bakmalı, düşünmeli ve dinlemeliyiz.
Güzel olan ne varsa onu bulup onunla var olmalıyız.
Hayat bize sunulmuş bir armağansa eğer; biz bu armağanın her gününü dolu dolu yaşamalıyız.
Günler birbirine benziyor gibi görünse de aslında aynı değildir.
Bazen küçük materyallerle, bazense büyük işler yaparak günlerimize, gecelerimize, anlarımıza renk katarak değişimini sağlamak bizim elimizde olan şeydir.
Renklerin ve dokunun cezbetmesine kendimi kaptırıp aşağıdaki görselde bulunan otantik takı yapımına başladım.
Ankara'da bulunan atölyemde sürekli uzak diyarların hayalini kurarak yaptığım Anadolu'ya özgü otantik takılarımı yöresinde yapmanın ayrı bir tadı var.
Yaşamım boyunca bunu çok istemiştim.
Daha büyük hayallerimde olmadı değil...
Çoğunlukla hayallerimin içinde "köy evindeyken" halı tezgahı kurma isteğim vardı.
Sobam yanıyor ve üzerinde kuru etli patates yahnisi kaynarken ben boyanmış rengârenk doğal boyalı iplerimle dokuma tezgahında ilmek ilmek bir sevda dokur gibi halı dokumayı düşlerdim.
Tüm dokumalara sevdalar işlenirdi.
Genç kadınların sevdaları renklenerek dile gelir. Askere giden eşlerinin ve yahut genç kızlar, yavuklularının ardından desenler dizerdi her bir ilmeğe.
Buram buram kokan hasretlikler kaybolmaya yüz tutuyor gibi görünse de, halen bu duyguları tezgâhlara desen olarak dokuyan kıyıda köşede kalmış insanlar bulunuyor.
Bulunsun da isterim...
Yoksa hayat ve yaşam çok yavan geçer.
Anadolu kadınlarımızın boynunda gururla taşıyacağı takı tamamen el yapımı olacak. Burada köyün havasını solurken "otantik takı" çalışmak kendime kattığım en güzel kış çalışma süreci olacaktır.
Köyde sıkılmıyor musun? Sorularını sık duyuyorum.
Elbette aynı ağaç ve dağları görmekten..
Mekanların farksız oluşundan zaman zaman bunaldığım oluyor.
Sonra iyi ki bunaldım diyorum.
Eğer bu sıkıntılara ermemiş olsaydım, kendimi bu denli zorlayarak yaratıcılığımı eyleme geçiremezdim.
Sıkıntımı bulunduğum yerden kaçmak fikri yerine bir fırsata çevirerek hayat boyu arzu ettiğim sanat dünyasına derinlemesine dalıyorum.
Bu vesile ile yaşadığım sessiz ortamın içinde özgürlüğümü artırarak geldiğim noktada bir değil daha fazla üretim içindeyim.
Hatta gün içinde arkadaşlarımla felsefi konuşmalar yapıyoruz.
Ve diyorum ki;
Büyük üretimler, işler ve sanatlar sıkıntıdan doğmuş.
Yokluktan nice yaratıcılıkla burun buruna gelmiş insanlık.
İlk insan ateşi bulmuş.
Sırasıyla tunç çağı gelmiş.
Hep yapmış insan.
Tutsaklar esir kamplarında devasa tablolar, heykeller ortaya çıkarmış.
Hapishanelerde yazılmış en büyük eserler, aslında var olan yeteneğin sıkıntı ile beraber ortaya çıkması ve kurulan hayallerin eserleridir.
"Yılmaz Güney" hayran olduklarım arasındadır.
En önemli film senaryolarını hapishaneden yazarak dışarıya ulaştırmıştır.
İçimizdeki yeteneği keşfetmişsek ve onu ortaya çıkarmayıp kolayı seçiyorsak bu durumda kendimizden kaçmış oluruz.
Hele ki bu pandemi süreci gözden kaçırılmamalı.
Halen kırk binlerde pozitif hasta var.
Hal böyle olunca bana daima çalışmak düşüyor.

15 Kasım 2021

3 Kasım 2021 Çarşamba

Pembe Çiçekler Umut Yolunda

Pembe Çiçekler Umut Yolunda

Yol boyu yürüyen kadının elindeki kovanın içinde Pembe çiçekler, umut içinde sağa sola bakarak gidiyorlardı.
Soğuk havaların kendini hissettirmesiyle beraber sıcak evin kendilerini beklediğini bilmek
dünkü günü unutturuyordu. Yapraklarının her zerresini gün ışığından faydalandıracak kadar hissettiren yetiştiricisi, onları ancak bir kovada ezilip hırpalanmadan götürebileceğini düşünerek hassasiyetle kovanın içine yerleştirdi. Beraber güzel bir yaz geçirmiş olmanın koruyuculuğu içinde büyük bir sevgiyle bazen elinde, bazen kolunda taşıyordu. Yürüyor olmak çiçeklerin sahibi için daima şiir gibi olmuştur. Yollarda adımları adeta su gibi akmıştır. Şiirsel yürüyüşlerini her seferinde başka bir umutla beslerdi. Beslenmelerin eksikliğinde sıkıntıların doğacağını çok iyi biliyordu. Ruhsal beslenme; bedensel beslenme kadar, belki daha fazla önemliydi. 
Epeyce ilerleyip yol aldıktan sonra bir anda durdu. Yaz çiçeği içinde olan yeşil kovasını elinden yere bıraktı. Durduğu bu alan kendisinin daha çocukken koyunlarını kuzularıyla buluşturarak süt verdikleri yerin kendisiydi. Kucağında kuzu götüren çocukluktan çıkmış, büyümüş olgun bir kadınlığa geçiş yaşamıştı. 
Şimdi kucağında çiçekler vardı. Hep bir şeyler oluyordu kollarının arasında. Kimi zaman bir kuzu, çocuk, kedi, çiçek, bahçenin ürünleri hep bir şeyleri var etmek, umut etmek ve bunu yaşama döküyor olmak ne bulunmaz değerler zinciriydi. Yere doğru eğilip baktığında gördüğü toprak ve içindeki küçük siyah taşların gizemi durup incelmeye değerdi. Bu kara taşlar ve toprak ne çok şey anlatıyordu...
Üzerinden milyon sayıları geçen ayak izleri, adımlar. İnsanlar; kadınlar, erkekler ,kızlar, çocuklar. Ve görevleri.. ayak adımlarının görevleri olduğu gibi, insanlarında görevleri çoktu ve bir o kadarda büyük sorumluluklar bekliyordu bu insanları. Ekine gidilip gelinen yollar, sürülerin yatağına koyulup orada, ay ışığında bir çobanın keçe içinde yatan sürüsünü beklemesi, sığırların otlatılması, kadınların koyun ve ineklerden süt sağması hep bu kara taşlı yollardan geçerek yerine getirilmiştir.
Çiçekleri itinayla taşıyan kadınımız bir an durup bunları aklından geçirmekle kendini büyük zenginlik içinde bulmuştur.
Buradan bir başka öyküyle devam edelim.
Evleri arazileri olan zengin bir aile varmış. Evin torunu çok mutluymuş. Havuzlu bir evin ayni zamanda her şeyin bol olduğu çiftliklerinde oynayıp, zıplayıp gezermiş. Bir gün dedesi ona: "seni bir köye gezmeye götüreceğim" demiş.
Çıkmışlar yola...
Varmışlar köye.
Köyde dereler şırıl şırıl akarmış. Yeşil ormanları. meyveli ağaçlar, bağ - bahçeleriyle... kuş sesleri yeri göğü inletirmiş.
Çocuk gezdikçe hayretler içinde kalıyormuş. Çeşmelerden akan sular. Kapı önlerinde konuşan insanlar. Ve serbest gezen hayvanları gördükçe şaşkınlığını gizleyememiş.
Dedesine sormuş:
"Dedeciğim hani biz zenginiz diyoruz ya!"
"Evet oğlum"
"Gezdiğim ve gördüğüm güzelliklerden bizim evde yok. Oysa köy dediğin, sanki hiç bir şeyi yokmuş gibi anlatılan bu yer, bizden daha zengin."
"Gezdikçe ve bakıp gördükçe farkına vardığım benzersiz, farklı, değişken bin bir güzellikle karşılaştım."
Zenginliğin bir kaç abartı olarak aynı bir yerde toplanmasının olmadığını anlamış..
Dedesiyle torunu köy gezilerini orada noktalayıp, sohbetlerine devam ederek evlerinin yolunu tutmuş olmalılar.
Çiçeklerin sahibi kadın kovasında çok sevdiği koruyarak taşıdığı çiçeklerini alıp taşların arasından akşamın karanlığına aldırmadan hülyalı, hülyalı yürümüştür.
Umut etmek, yarınların, her yeni günün bir başka yenilikler getireceğini bilerek ve farkında olarak sabahlara uyanmak içimizdeki aydınlığın yansıması olacaktır.