Yamadağlı Nuray

Yamadağı'ndan giyinmiş kuşanmış, alı al, moru mor, etekleriyle, ırgalanarak bir kadın iner gelir Köylü köyüne. Kadının adı Nuray'dır... Sever dağlarda yaşamayı. Kurt ile kuş ile yürümeyi. İster ki günlük güneşlik olsun günlerin tamamı. Her daim insanların şenlesin yüzü...

25 Kasım 2022 Cuma

Sen Kahve Gövdeli Ağaç

SEN KAHVE GÖVDELİ AĞAÇ
Nuray YILDIRIM

Mart ayında çiçeklendin; tomur, tomur oldun.
Baharın taze günlerinde yeşil yapraklara dönüşen halini izlemek için saatlerimi seninle paylaştım.
Etrafına saçtığın neşeli duruşun, bir taraftan beyaz, pembe çiçeklerinin çağlaya dönüşmesini izlemekteki güzellik hali insanı kendinden bir adım uzağa göndermiyor.
Sonrasında, bir kaç ay içinde güneşin sıcağı yoğunlaşınca, olgunlaştırdığın sarı kaysılarını verdin bizlere, hakkın ödenmez.
Gölgende çayımı yudumlarken, serinlediğim çok oldu.
Elimde kazma, kürek, seni daha fazla gürbüzleştirmeye meyil verdiğim anlarda, üzerimden çıkardığım hırkamı, yahut şapkamı dalına asmaktaki güzellik her zaman kalbimi dinlendirirdi.
Aylar birbirini kovalarken biz birbirimizin elinden, dalından tuttuk.
Sarıldık birbirimize, dayandık.
Gece ses olduk, gündüz söz olduk.
Çoğu zaman su ile beslendik.
Peş peşe kovalanan aylar döndü sonbahara geldi.
Rüzgâr esti, bir yağmur yağdı...
Soyundun; yapraklarının senden düşmesiyle bir bir.
Dalların çıplak kaldı.
Gövden üşümeye yüz tuttu.
Isıtmak istesem de seni, bu mümkün olamazdı;
Güneşimiz bizden uzaklaşmış, kış denen mevsime hazırlanıyorduk.
Evet, biraz üşüyecektik; sende, bende...
Ben bazen sıcak giysiler giyecek olmama rağmen senin çıplak kalışın beni hafiften hüzne boğacak ama, "sana bu tabiatın kuralı, böyle olması gerekiyor" kısmını, yine sana anlatırken huzur katacaktım ikimize de,...
Şimdi sen! sarı turuncuya dönen yapraklarını, çiçek desenli bir döşek gibi yatırdın etrafına, sımsıcak sardın toprağını...
Görüntünle tablolar oluşturdun, yeri göğü süslemektesin.
Soyunup çıplak kalmış bir yanın, diğer yanın sarı renkli giysin olmuş, henüz buradayım demekte sonbahar.
Ah!
Ne mahzun duruyorsun bir bilsen.
Ruhumu titretiyor, duruşundaki hüzün...
Yaz boyu biz miydik, bahçeleri süsleyen; insanların senin meyven için yarış içinde olarak, bahçelere doluştuğu yerler bomboş kaldı şimdi.
Bir bilsen ne çok üşüyorsun şimdi, güneşin de gitti.
İnsanlar da seni tek etti.
Sen kahve gövdeli, her mevsime ayak uyduran ağaç; kaldın dimdik bulunduğun her yerde, çıplak dalların sana arkadaş, kendinlesin dağların arasında, bulutların kapladığı gökyüzünün altında dostlarınla.

Köylü, 24 Kasım 2022

27 Ekim 2022 Perşembe

Alıç Ağacı

Alıç Ağacı

Nuray YILDIRIM

Toprak, toprak, toprak...
Cevizin dibinde oturup dinleniyorum.
Bahçem bu sene sanki cennete dönüştü.
Kış mevsiminin uzun ve kar yağışlı geçmesinin sonucunu yeşillenen dallarda görüyorum.
Daha bereketli, daha coşkun oldu bahçe bu yaz.
Derinliği olan köpürmüş beyaz bulutlar arkadaştır bu tarlada, bu dağlarda.
Toprağın üzerinde, ağacın altında otururken dalların esintisinden doğan uğultuların etkisindeyim...
Dallardan gelen seslere odaklanıp, sadece o sesleri dinlemek insan olduğumu hatırlatıyor.
Televizyon, sosyal ağlar derken duyma organım ve beynim asıl yetisini kaybediyor sanırım.
Ve anılar;
Kurtdede’de bulunan tarlanın yüz ölçümü oldukça geniş.
Dedem buraya buğday ekerdi.
Bazı yazlar ise bolca bostan yaparmış, annem anlatıyor.
Bahçenin tam üzerinden geniş, su dolu ark akardı.
Mahalle olunca köyler, arkımızın yerini daracık borular geçen kanallar ve onu çalıştıran vana konuldu.
Hiç hoşuma gitmeyen bu durum tarlamızı sıkıntıya soktu.
Havuz bu nedenle yapılıyor.
Havuz olmazsa eğer bir çöle dönecek burası da...
Eski zamanlarda, buradan başka dünya yoktu.
Ankara diye bir yer vardı ama herkes bilmezdi orayı.
İnsanlar bulunduğu yerde mutluydu.
İşte öyle yıllarda, ben üç yaşlarındayken, dedesinin ardında gezen küçük bir kız çocuğuydum.
Tarlanın girişinde halen duran alıç ağacının altında oturup, öğlenlik yerdik.
Öğlenliğimiz bol tereyağlı bulgur pilavı ve yayıkta yayılan katık olurdu.
Dedem iyi bir rençperdi.
Her ne kadar" İbrahim ağa" diye seslenseler de, dedem iyi bir tarımcıydı.
Öküzleriyle toprağını sürer, harmanını kaldırırdı.
Şu anda hissettiğim sessizlik o zamankiyle aynı...
Uğultulu rüzgâr, sinek vızıltıları, kuş seslerine karışan böcek ığıltıları... Elimdeki telefon ve yazıcı aleti olmasa dersiniz, tarlamız ve karşı Yama dağının serinliğinden gelen uğultulu sessizliği yetmişli yıllar ve çok daha öncesi dedemlerin gençlik zamanının aynısı.
Zaman hep aynı, buradaydı ve hep vardı.
Değişen insanların ölümü ve doğumu…
Zihinlerimiz, algılarımız.
Yüz yıl önceyi gösteriyor gibi takvim...
Vay babo vay, o zamanlar sadece toprak, insan, iş ve emek çabası varmış.
Oysa 2022'de teknolojinin hâkim olduğu yıllardayız ve hayatının içinden bir avuç çalabildiğimiz toprak zamanları...
Sevgiler!

20 Temmuz 2022 Çarşamba

Yoldan Bir Tablo

Yoldan Bir Tablo

Nuray YILDIRIM
‘Kendi kendime yazılar’

Keyifle yürüyordu kadın dağlara çıkan toprak yolda…
Sağdan, soldan esen sert rüzgârlar Temmuz sıcağını bastırmak için tüm çabasını harcıyordu.
Rüzgârın havasına karışıyordu kadının benliği, uçup gidiyordu adeta...
Benliğin kendinden gitmesi bazı zamanlar kendini unutmaya eştir.
Bu da en büyük aşklarda meydana gelir.
Kendini unutmuş doğa aşkı içinde yürürken, yan tarafında gördüğü dikenli otların ve diğer çiçeklerin içinde güzelliğine özgü bembeyaz saflığıyla gelin buketine benzer halde bulunan uzun saplı, beyaz taçlı, tutam tutam beyaz çiçek gördü.
Çevresini kuşatan bu çiçeği ellerine almalıydı.
Çiçek çok narindi ve yine narince, eğip bükmeden koparmalıydı.
Elini nazikçe uzattı, incecik parmaklarını çiçeğin gövdesine doladı.
İncinmemeliydi çiçek bile…
Adımlarını tatlı tatlı ileri doğru atarak yürümesine devam ederken olabilen diğer zamanlardan farklı bir güzelliğin farkına vardı.
Harika bir akşamdı ve sadece yürüyordu…
Kadının bacaklarını taşıyan yeşil keten pantolonu rüzgârda savrulmaktayken, biraz eskimiş, hatta yırtılmaya yüz tutmuş spor ayakkabısı, salaş haliyle toprağın üzerinde asaletinden ödün vermiyordu.
Altın çamura düşse yine altındır.
Göz ucuyla baştan aşağı üzerine baktı ve uyumlu bir birliktelik gördü; kendisiyle yaşadığı bu güzelim uyumun akşamında, içsel huzurunun artmış olmasına şükretti.
Var olanla yetinmenin huzuru, mutluluğu azımsanamazdı…
Yaşadığı yayla havasının etkisi de fazlaca etken olmalıydı içsel huzuruna...
Oksijenin bol olduğu yaylada yaşayan ve yürümeyi çok seven, yaz kıyafetlerinin rahatlığıyla salınan bu güzel ve alımlı kadın, topladığı beyaz çiçekleri ellerinin arasında olabildiğince hafif tutarak ilerliyordu.
Bir anda önüne kaya büyüklüğünde bir taş çıktı. Aslında bu taşı hep görüyor ve tanımasına rağmen, sadece bu akşamın farkında lığı ile daha bir ayrımına vararak, taşa yaklaştı.
İlerlemiş olduğu yerden iki adım geri gitti ve ayağını taşın üzerine koydu.
O an sanki orada bir tablo oluştu…
Son bir saat içinde ruhunda başka bir enerji dolaşmış olmalıydı ki; attığı her adımı, yaptığı her hareketi sanatsal boyuttaydı.
Kendisi değilmiş gibiydi.
Her gün akşam, sabah, bahçe, toprak ve hasat işleri kendisini epeyce sıkmış demek ki…
Ayağını taşın üzerine koymuş haliyle, kendisinin farkında olarak, artistik bir beden duruşunda bir arkadaşına randevu vermiş ve bekliyormuş noktasında duygulara büründü.
İçinde sevgisi büyümüştü.
Akşam vaktiydi ve aslında bahçesine gidiyordu.
Üzerinde bulunan keyifli yaz akşamını hiç bozmadan şiirler mırıldanarak, yürüyüşünü tamamlayıp, havuzlu bahçesine ulaştı...
"Genzimizde soluduğumuz oksijenin tadını hissederek yaşamanın kalitesini duyumsayabiliyorsak, gerçekte yaşıyoruzdur."
Şiir gibi yürüyenler bunu çok iyi bilirler.
Nokta...

Köylü Köyü, 13 Temmuz 2022/Gece

27 Nisan 2022 Çarşamba

Köyün Sessizliği

Köyün Sessizliği


Nuray YILDIRIM

Saat on biri gösteriyordu.
Köyden bahçeye doğru yokuş yukarı yürüdüm.
Arhaç'ı geçip, Çamkoyağ'a varınca, çamların arasında fotoğraf çektim; sonra bir taşın üzerine oturup, sessizliği dinledim.
Sessizliğin arasından hoşur, hoşur ses geldi. Burada, çamların içinde daima barınan gri renkte tavşanlar vardı. Çıkan sesin de tavşana ait olduğunu düşündüm.
Bulunduğum yerden kalktım, tekrar yürümeye başladım.
Şimdi duyduğum ses ise çok yüksek ve kütür, kütürdü.
Boş bulunup, doğayı dinleyerek öylesine yürümeyi sürdürdüm.
Hatta Antalya'nın, Çıralı koylarında yürüdüğüm yollara ne kadar benzediği ile meşguldü kafam.
Tam o sırada çam ağaçlarının arasından yokuş yukarı giden iri bir domuzla karşı karşıya geldim.
Refleks halinde bulunarak, elimde taşıdığım değneği yere vurarak, kaçmaya yeltenen domuzu korkuttum. Oradan yukarı doğru hızla; patır, kütür kaçarak tepeden aştı, gözden kayboldu.
O kadar hızlı koşuyor ki, fotoğrafını bile çekemedim.
Oradan uzaklaşınca kendime döndüm ve ne yalan söyleyeyim, içimin titrediğini hissettim.
Saat on birde köyümüzün yakınında bir domuzun dolaşması iyiye işaret değildi.
Bu demek oluyordu ki, köyümüz, üreten insanların varlığı açısından bakıldığında, boşalmıştı.
Üretenleri kaybettik maalesef.
İster, istemez sürekli değiniyorum bu konuya.
İnsanın olmadığı yerlere uğrar yabani hayvanlar bu saatlerde.
Benimde yabanileşmem, normal olabilir bu durumda.
Bu kadar evcil ve vahşi hayvanın içinde araştırarak, gözlemleyerek ve yazıp, çizerek geçen süre dışarıdan bakıldığında garipsenebilir.
Çevremdekiler benim yaşantıma şaşırmamalı, tamamen doğal yaşam içinde, yaz- kış, her mevsim, insanlardan uzak kalarak yasadığımı göz önünde tutarak, kabullenerek, beni ben olarak saymalılar. Fakat o kadar eğlenceli ve güzel ki, yazsam sayfalar alır.
Güzel bir Nisan gününden ve köyden her şeye ve herkese selamlar!

Köylü, 22 Nisan 2022

7 Nisan 2022 Perşembe

Ağrılarla Uyanmak

Ağrılarla Uyanmak
Nuray Yıldırım

Gelmiş bahar, geçmiş yazlar neyleyim...
Dışarıda 1 Nisan havası var.
Baharın güzelliğini hissederim, belki anlatamam, bazen balkona çıkıyorum, bu ne güzel yumuşak hava diyorum, bazen aşk bile kokuyor.
Diyorum da; daha fazla ilerleyemiyorum.
İçeri girip yatağıma yatıyorum.
Ben hiç yatmazdım biliyorsunuz...
Fakat dört gündür yatak yorgan, nane limon, sirke, baharat, bal…
Parol, vitamin, mineraller içip içip yatıyorum.
Bu hastalığın en güzel yanı benim için yatmak oldu.
Yıllardır ayakta dolaşmak, çalışmak, erken uyanıp akşamlara kadar dağ havasına karşı bedenin mücadelesi ancak böyle bir dinlenmeyle kendine geldi.
Hani diyoruz ya mutluluk nedir?
İşte budur mutluluk, yaşama karşı aldığımız tavırdır.
Dünyanın en ölümcül, bulaşıcı hastalığı geldi, bana da dokundu.
Tek başıma göğüslerken, içinden yine güzellikler çıkararak mutlu, bir o kadar umutlu atlattım.
Gece gündüz, saatler, dakikalar, saniyeler yıl oldu bazen.
Test olmaya gidemedim.
Fakat omicron virüsü aldığımı bronşlardan gelen iltihap ve ağrılarla uyandığım gece anladım.
Üç yıldır gezmediğim yer kalmadı. Bu virüslerden kendimi korudum, yine başımıza köyde geldi bu iş. Burası da ayrıca ilginçliğini koruyacak. Neyse ki fazla yayılmadı.
İlk gece sabaha karşı saçma bir ateşle uyandım.
Şaşırdım…
Derken kalçalarımın ağrısından yürüyemedim.
Kalkmak zorundaydım.
Soba yanacak, çorba yapmalıyım.
İki büklüm olmuş, ağrılar içindeki bedenimle öz bakım işlerimi yaptım.
İşte size bir savaşçı ruh!
Yatakta, yatak!
Canım sürekli yatak istiyor.
Üzerimde ne varsa temiz kirli demeden olduğum gibi girdim yatağa.
O an can derdine düştüm.
Anladım ki bu normal üşütme değil.
Coronavirus...
Yas almaya gittiğim yere sordum. Evet, doktora gitmişler ve pozitif.
Hiç eyvah demedim.
Aşımın olmamasına rağmen iç dünyamın güçlü olduğunu hep hissettim.
Bugün beşinci günüm, ikinci gün ağrılarım kesildi. Üçüncü gün iyi oldum.
Dün ve bu sabah sadece halsizlik yaşamaktayım.
2013 Aralık ayında kış günü yine böyle yalnız başıma bronşit geçirmiştim. Annem bal alıp gelmişti. Ölümlerden ölüm beğenmiştim.
O hastalığım bundan daha ağır ve zorlayıcı geçmişti.
Köyün havası beni güçlendirmiş. Tabi o zaman biber gazları tüm akciğerimi sarmıştı.
Öyle olunca şimdi buna bağlı olarak hep bir korku yaşadım.
Öksürdükçe attığım iltihaplara bakıyorum. Deney yapmadan duramayan ben, görüyorum ki korona virüsler dışarı atılıyor. Elbet kaygılarım oldu.
Her kaygımda deneyim yaşamış bir yakınımla konuşarak teselli buldum.
Güçlendirilmiş kemik ve kas yapımla aşıya hiç gerek kalmadan yendim.
Ailemle telefonda sürekli görüştük, çok destek oldular. Görüntülü konuşmalar ilaç olarak geldi bana.
Sağ olsunlar…
Yaşamak, pamuk ipliğine bağlı…
Bu ipliği kalınlaştırmak, bizim elimizde görünüyor.
Dağın başında en zor hastalığı hiç doktora gitmeden atlatabilmenin haklı gururunu yaşıyorum.
Evde tek başıma sadece limonlu su, ev tarhanası çorbalarım, komposto, doğal bitkilerle, kendime bakarak hasta günlerimi geçirdim.
Yapa bildiklerimden değil, aldığım güç; yapabileceğime inandığımdan.
Dostlarımı unutmayım.
Minnak dostlarımın varlığı beni ayakta tutmaya yetti.
Kalkmak zorundaydım,
Sürünerek de olsa kalkıp; soğuk desem de, üşütme ve titreme tutsa da kapıyı açıp, yarı açık yarı giyinik, köy yerinin konforsuzluğunda harmana gidip, günde üç kez aksatmadan yine canların mamalarını verdim.
Onlar bilmiyor dünyada neler olduğunu.
Zamları, savaşları, hastalıkları…
Onlara dünya hep aynı ve sadece karınlarının doymasına bakıyorlar.
Beni de seviyorlar tabi…
Ne mutlu bana…
Mutluluğum başka şeyleri (insan, hayvan, ağaç, hatta nesneleri boyamak) onları mutlu etmekten kaynaklanıyor.
Çok zor elbet, zorluklarda dahi kendinden verebilmek…
Güzellik burada değil mi? zaten.
Hoşçakalın dostlar!

Nisan 1
Ama bu bir şaka değil
Ben hasta oldum
Bahar aylarında eve bağlı kaldım
Sağlıklı yaşamı hissetmenin tadına varabilmek için /hastalık iyi bir şey

Köylü, 1 Nisan 2022

24 Şubat 2022 Perşembe

Köylü Köyünde Kış

Köylü Köyünde Kış
Nuray Yıldırım

Doğu ve Güney Doğu'da kış çok sert geçiyor...
Şubat ayının ortasındayız, cik cik öten kuş sesleri iki gündür baharın geleceğini duyuruyor olsa da; dondurucu buz kesen soğuklar kendini özellikle sabaha karşı göstermekte..
Köyümüz de derenin suyunun üzeri, bazı kıvrımlarıyla beraber etrafı dondu, görülmeye değer buz katmanları oluştu. Büyük köprünün iç kısmından geçen içme suyunun ana borusu patladı. Sadece bir gece susuz kaldık. Ertesi gün Maski gelip bizi suya kavuşturdu. Soğuk bir yandan zorlarken, suyun kesilmesi insan için daha işin içinden çıkılmaz hal aldı.
Soğukların ve gece donlarının etkisi kendisini hiç acımasızca gösterirken biz burada yaşayan insanlar ve kuşlar, diğer canlılar tabiatın döngüsü içinde uyum sağlayarak yaşamı devam ettirmek üzere mücadelemiz sürüyor. Kar sıyırmak işinde elimizden kürek düşmedi, ama ne kardı; muhteşem yağan lapa lapa bembeyaz kar, bizleri mutlu da etti. Yakmak için eve odun taşımaktan usansak dahi yeniden enerjimizi toplayarak kışın bir metreye yakın yağan karın üstesinden geldik. Yamadağı'nın eteğinde olan köyümüzün kışı, yakın çevre köylere göre daha zorlayıcı yaşanıyor. Bazen hiç sonu gelmeyecek kadar insan sabrını zorlayan kışlar yaşanıyor.
Bana göre bu bir ayrıcalık.. bazı şeyleri ne kadar zorlayıcı ve sert yaşarsak o denli güçlü oluruz." "Seni öldürmeyen şey güçlü yapar" diyor bir filozof. Çünkü tabiatın meydana getirdiği doğal koşullara karşı konulmaz ancak onunla uyumlu yaşanır..
Ana yoldan aşağı dereye giden sokağın yerlerinde erimeler başladı; eriyip akan su patinaj yeri gibi buzlanma yaptı. Bir keresinde sırt üstü düştüm, kalkmak istiyorum, tekrar kayıyorum, buz katmanı öylesine kaygan ki, kaç kez denedikten sonra ancak ayağa kalktım.
Yaklaşık iki haftadır burası böyle kaygan, köyün bu kışları çetin olmasına karşın dinginlik sağlayan bir yaşamı da beraberinde getirmektedir.
Nedir bunlar:
Sıcak yanan sobada patatesin pişerken üzerinde inek sütü ve çayın kaynıyor olmasından tutun da, yanı başınızda komşunuzun bir hastalığına koşuyor olmanın insanî güzelliği..
Böylesine kendi halinde yaşanan coğrafyalar da bir birine tutunarak sevgiyle yaşamak dostluğun sıcacık selamlaşmaları içimizi ısıtan etkilerdir.
Kuşların ötüşü, ağaçların dimdik duruşu, tabiatın kendi içinde ki ahengi eşliğinde; karşı dağlarda salınan ufuk çizgileri ne kadar uzunsa bizim algılarımız da o denli geniş oluyor.
Selamlar, sevgiler..

Köylü Köyünden Notlar, 
15 Şubat 2022

1 Şubat 2022 Salı

Uğur Mumcu'nun Kalemi Bir Yanda, Kanı Her Yandaydı...

Uğur Mumcu'nun Kalemi Bir Yanda, Kanı Her Yandaydı...
Nuray Yıldırım

1993 yılının Ocak ayı, Ankara'da yoğun kar yağışı var.
Tatlı mı tatlı bir sabah, Ankara'mız kar altında kaldı.
Evimiz; Ankara Türközü Dereboyu semtinde, merkeze göre daha sakin ve doğası bozulmamış araziler üzerinde bulunuyor.
Tarih, Ocak ayının 24' nü gösteriyor.
Ailece kar yağışlı bir gün yaşamaktaydık, bugün olduğu gibi...
Pazar günlerini daha nasıl güzel geçirebilirdim?
Sosyal etkinliklere katılmak için her daim kendimce mutlaka plan yapardım.
Bu pazar planım sinemaya gitme uğraşısı olmaya başlamıştı.
Erkek kardeşim Hakan, Kıbrıs'ta askerlik yapmakta olduğundan, eşi Hatice bizimle birlikte, çok iyi arkadaşız ve iyi anlaşmaktayız.
Onunla kaliteli vakit geçirmek için Hatice' ye bir teklifte bulundum, kabul etti.
Sinemalara, baş rollerini Kevin Costner ve Whitney Houston'un oynadığı, heyecanla beklediğimiz 'Bodygard' filmi gelmişti. Hatice'yle birlikte bu filmi izlemek için hazırlandık ve sıkı sıkı giyinip evden çıktık.
Lapa lapa kar yağmaktaydı.
Ankara'ya gerçekten kar çok yakışıyordu!
Evden az ileride otobüs durağı vardı.
Oraya kadar neşeli, neşeli yürüdük. 
Heyecanlıydım!
Hem kar yağıyor, hem istediğim filmi izlemeye gidiyor olmaktandı bu heyecan.
Biraz bekledikten sonra kırmızı renge boyalı belediye otobüsü gelip, karlarla kaplı durakta durdu, otobüsün kapısı açıldı...
Ayağımı kaldırıp, birinci basamağa bir adım attığım anda, Gazi Osman Paşa tarafından gelen etkili bir gürültü duydum.
Çok yüksek patlama sesiydi.
Tüp patlaması oldu, diye düşündük.
Bu nedenle geri dönmeden otobüsle yolumuza devam ettik.
Batı sinemasına geldiğimizde saat 11:30 u, gösteriyordu.
Filmi izleyip çıktık.
Aşk, dram, dans dolu bir film izlemiştik.
Havalarda uçarak eve döndük.
Oysa, biz bunları yaşarken bizim muhite çok yakın olan Gazi Osman Paşa kana bulanmış.
Eve geldiğimizde gerçekleşen patlamanın nasıl ve niçin olduğunu öğrendik. Saat 11'de duyduğum yüksek patlama sesi, gürültüsü ve havaya yayılan kokusu Uğur Mumcu'nun arabasına önceden konmuş bombanın patlamasıymış, haberi alınca üzüntüden, hayal kırıklığından dizlerimin bağı çözülmüştü.
Hava soğuktu, donup kalmıştım olayın etkisiyle...

Uğur 
Mumcu'nun kalemi bir yanda, kanı her bir yandaydı...

Akşam babam eve ağlayarak gelmişti. Çok severdi Uğur Mumcu'yu.
Her gün mutlaka Cumhuriyet gazetesi giren evimizde, 
Uğur Mumcu'nun köşe yazısını okurduk. Son zamanlarda kitaplarını okumaya başlamıştım; kaleminden ve ruhundan etkilendiğim yazar olmasıyla severdim, araştırma yazılarıyla, iki binlerde olan ve gelişen olayları o zamandan okuyup öğrenmiştim.
Kupürlerini keserek arşivlerdim.
Bombanın etkisini yüreğimde, beynimde duymuş olmam, bundandır.
Ertesi gün beş yüz bini bulan insan seliyle, Kocatepe'den Cebeci Mezarlığına doğru yağmur altında sabahtan akşama dek ağır ağır yürüdük.. şemsiyeler,.. siyahlara bürünmüş insanların ellerinde kırmızı karanfil, gözlerimizde Uğur Mumcu'ya akan yaşlarla son yolculuğuna uğurladık.
Özlem ve saygıyla...

Köylü, 24 Ocak 2022